Takım Çalışması, Mahalle Maçı, İyi Niyet, Biat, Vasata İman
Sanırım 1-1,5 ay önce bu konu ile ilgili yazacağıma dair bir tweet atmıştım. Corona mikrop etrafımızı sarmışken yazmak istedim. Zor zamanlarda elimizden tecrübelerimizi paylaşmak dışında pek birşey gelmiyor.
Allah hastalarımıza şifa versin ve tüm sağlık çalışanlarımızın yardımcısı olsun.
Yazıya başlamadan yazı ile ilgili birkaç not alalım. Bu yazıyı çalıştığım sektör gereği yazılım ve yazılım geliştirme takımları üzerinden ele alsam da tüm mühendislik, temel ya da sosyal bilimler için aynı kurallar geçerlidir diye düşünüyorum. Bu yazı
- Takım çalışması
- Mahalle maçı
- İyi niyetli olmak
- Biat kültürü
- Vasat’a iman
konularını içerir.
Takım çalışması ile ilgili daha önce iki yazı yazmıştım. Vaktiniz olursa okuyabilirsiniz. Bu yazıda takım çalışmasından ziyade takımlar nasıl kurulmalı, nasıl hareket etmeli gibi konularda birkaç fikir beyan edeceğim.
Cristiano Ronaldo’yu futbolla ilgisi olsun olmasın sanırım duymayanımız yoktur. Şimdi kazmayı hiç yumuşatmadan, alıştırmadan tam beline vurarak başlayabiliriz. Çok paramız var, bir futbol klubü aldık ve Ronaldo’yu da kaptan yaptık. Off ne hayal bee…
Bu klubün oynadığı tüm maçları kazanması için Ronaldo tek başına yetmez. 11’e 1 olmaz. Klube bir takım lazım. Yani Ronaldo’nun yanına en az 10 tane daha futbolcu lazım. Milyon dolarlık soru şu olacaktır “bu takımı nasıl kurarsınız, nasıl kurgularsınız?”
- Ronaldo var diye 10 tane ortalama adam alıp Ronaldonun takımı sırtlamasını mı umarsınız?
- Ronaldoyu daha çok ateşleyecek ona daha çok yardım edecek futbolculardan bir takım oluşturarak kazanmayı mı garantilersiniz? “Ümit etmek ve Garantilemek.”
- Yoksa çok çılgın bir fikirle; takımdaki herkes Ronaldo’ya yakın güçte olursa rakip takımlara haksızlık etmiş oluruz. Bu nedenle Ronaldo’dan sonrası çok güçlü olmasın ki rakiplerle aramızı açmayalım. Diğer güçlü oyuncuları onlarla paylaşalım mı dersiniz?
- Ohaa, olur mu öyle şey demeyin.” Olur, olur.”
Gerkçekci ve akılcı yöneticiler tabiki Ronaldonun etrafına onu sahada besleyecek, destekleyecek, ateşleyecek futbolculardan bir takım kurarlar. Bu akla, mantığa ve finansa uygun olandır. Gerisi polyannacılıktır.
Hiç kimsenin bu konuda farklı bir düşüncede olacağını sanmıyorum. Ancak herkesin kendi hayatlarına uyguladığını da sanmıyorum. Bunu da yanımıza aldık, devam. Tam olarak;
Oyuncularımızın seviyesi birbirine ne kadar yakın olursa başarı da o kadar yakındır.
kıvamına geldik. Takımı kurduk ancak başarı ve devamlılık için bize bir takım kurgusu lazım. Yani bu takım nasıl çalışcağını, nasıl antrenman yapacağını, kimi lider olarak hedefleyeceğini kurgulamamız lazım.
Bu noktadan sonra dikkat, çarşı karışmaya, denklem karmaşıklaşmaya başlayacaktır. Artık bir takımız ve takım olmanın getirdiği bir sürü ek değişkenimiz var. Bu değişkenlerden sadece takımın kime göre refere edileceğine, çalıştırılacağına bakacağız. Yani takımdaki çalışma hızı ve sürekliliği kimin performansına göre şekillenecek, kim varılmak istenen üst limit olacak. Bunun üzerinde duracağız. Gerisi sizde… Yatayda istediğiniz ölçüde genişletebilir, istediğiniz tüm alanlara uyarlayabilirsiniz.
Takımı belli br performans aralığında tutmak için bir hedef belirlenebilir ya da ortalama alınabilir. Bu senaryoları şöyle sıralayabiliriz.
- Takım tüm oyuncuların ortalamasına göre kurgulanır. “Vasat”
- Takım en hızlı, en güçlü, en zeki oyuncuya göre kurgulanır. “Atak”
- Takım en yavaş, en zayıf, en sıradan oyuncuya göre kurgulanır. “Bitik”
Hatırlatma:
- Şirketler, takımlar, birlikler, devletler daima kazanmak üzerine, daima kazanmak amacıyla kurulur.
- Ancak bunu yaparken insani olmalı, kimsenin hakkını gasp etmemeli, kimseye zulm etmemeli, kimseyi küçük görmemelidirler.
- Bunu yaparken herbir bireyi, her bir takım üyesini yerli yerinde değerlendirmemek zulmün, adaletsizliğin bir başka yolu olduğunu da unutmamak gerekir. İşin ilginç olanı günümüzdeki en yaygın zulüm şekli de budur.
İnsanlara taşıyamayacakları yük vererek hem onlara hem diğerlerine eziyet etmektir.
Buraya kadar bir zemin oluşturduk. Şimdi bu zemini gerçek hayata uygulamaya çalışalım. Bu noktadan sonra yazacaklarımın tamamı tüm kesimler ile ilgilidir. Kendisini liberal, modern, muhafazakar olarak tanımlayan herkes bu konuya dahildir.
Maalesef bunu özellikle vurgulamak isterim ki üzerinde duracağım, yorum yapacağım kitle; görüşü, mahallesi farketmeksizin tüm beyaz yakalılar ve/veya tüm orta/üst düzey yöneticiler ve/veya geleceğin yönetici adaylarıdır.
İlk olarak madde madde gideceğim sonrasında hepsini toparlayacağım.
Biat
Bugüne kadar çalıştığım tüm firmalardaki yöneticilerimin sorgusuz itaat beklediğine şahit oldum. Doğrudan yöneticimin bir üst yöneticiden gelen emaile cevap verirken defaatle kendisini emaile eklememi istemesini mi, bana sormadan benim ekibimde olanlar hakkında karar vermesini mi dersiniz.
Ya da bak bu böyle patlar, bunu böyle yapacaksak, bunu bana emaille yaz öyle yaparım dediğimde nevri dönenleri mi dersiniz. Neler neler. Neler görmedi ki bu gözler.
Ya ben hep kötülerini seçtim ya da tüm sektör öyle. Ancak bununla ilgili zilyon tane tweet, makale, şikayet olduğundan tüm sektörlerde durum böyle diyebiliriz.
Vasat
Bizim kültürümüzde çok yanlış bir olgu var. Bu olgunun, dini bazı öğütlerin abartılmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Bize daima aşırıya kaçmamak öğütlenmiştir. Hep ortada olmamız asla önde gitmemiz sıkı sıkı tebih edilmiştir.
Arkadaşlar bu öğüt bilimde, ilimde, zenginlikte önde gitmememiz için değil. Dinde ve kötülüklerde aşırıya gitmememiz içindir. Bizim dinimiz diğer dinlerde olduğu gibi inzivayı, kendine işkenceyi, başkasına kazıklamaya izin vermez.
Biliyorsunuz dinlerden bir tanesine ömür boyu yıkanmayanlar, evlenmeyenler var. Yine diğer bir tanesinde o dinin mensupları ticaret yaparken kendi aralarında hile yapamazlar, birbilerini kazıklayamazlar. Diğer dinlerin mensuplarına istedikleri hileyi atıp istedikleri kazığı atabilirler.
Gelin görün ki biz tüm bu kötülüklerde aşırıya kaçıyoruz. İlimde, bilimde, ticarette malak gibi yatıp vasatı takip ediyoruz.
İyi niyet
Yeminle gına geldi bu iyi niyetten. Kim ne kadar kötü iş çıkarırsa çıkarsın, kim ne kadar hata yaparsa yapsın. Onu aklamanın en güzel yolu, “ama iyi niyetli” deyip işin içinden sıyırmak. Ben niyet okuyamam. Ama girdiye çıktıyı okuyabilirim. Adam silahı ile oynarken gelip beni alnı çatımdan vurduğunda, silahını temizliyordu yanlışlıkla ateş aldı diyeceksiniz, eminim. Ben öldükten sonra seviyim onu niyetini.
Arkadaşlar niyeti bırakalım, Allah okusun. Biz görüneni okusak yeterli. Biz görünene bakmakla yükümlüyüz.
Bir çoklarının bilim dediği şeyin neresinde iyi niyet var. Çalışma, daha çok çalışma ve bu çalışmanın bu emeğin bir sonucu var. Bana ek iş yükü getiren, sürekli yavaş kalan, sürekli eksik yapan adam iyi niyetli değildir, olamaz.
Bir kimse bir noktada eksikse, eksik olduğu noktayı söyleyecek, yönetici onu ona göre konumlandıracak. Diğerleri de ona göre yardımcı olacak. Bu kadar basit. Ama millet burnundan kıl aldırmıyor. Yetmiyor sağı solu kırıp döküyor. Sonra iyi niyetli oluyor. Sevsinler sizin iyi niyetinizi.
Mahalle maçı
Bizde takımlar daima daha iyisini daha hızlı yapacak daima kazanacak şekilde profosyenlik çerçevesinde kurulmaz. Bizde takımlar mahalle maçı kıvamında kurulur.
Bir şirkette 90 kişi ve 6 kişilik 15 takımdan kurulacaksa, kuruluysa. Zeki’den sıradana doğru bir liste yapılır ve tüm takımların aynı seviyede olması için bu listedekiler dağıtılır. Yani zekileri bir ekibe sıradanları bir ekibe vermezler. Çünkü adil olmaz.
Lannn!!! Bunu biz mahalle maçlarında, halı saha maçlarında eğlence olsun, oyunun tadını daha çok alalım diye yapıyorduk. Ticarette, bilimde AR-GE de böyle birşey yapılır mı? Yapılıyor mu? demeyin. Yapılır, yapıyorlar.
Takım çalışması
Mahalle takımı kıvamında kurduğumuz takımlarla zeki adamları harcadık. Yetti mi? Yetmedi. Bizim takım çalışmasından anladığımız kimsenin önde gitmemesidir.
Takımları, zeki adamların yönlendirmesine izin vermeyiz. Ya da takımı, zeki/hızlı oyuncuya ayak uydurmaya zorlamayız. Hızlı oyuncunun en yavaşa göre hareket etmesini yani yavaşlamasını bekleriz. Yoksa takım ruhu kalmaz. Yoksa harmoni bozulur. Hızlı giden takımı bozan olur.
Böyle durumlarda, yıldız ya da yalnız oyuncular ortaya çıkar. Bazıları bu takımlar arasında yıldızlaşır. Bazıları da bu takımlar arasında sıkılır, yalnızlaşır.
Yalnız oyuncu küsmüştür. Sahada en kötü halimle bile nasıl olsa bunların arasında idare ederim der. Bana, benim dediklerime değer veren yokki der. Küser. Evet kaybetti. Ama en önemlisi biz ya da tüm ekosistem kaybetti. O hayatının akışına razı oldu. Mücadele edeceğine pes etti. Onun hayatı devam ediyor, edecek. Ancak şirket, kurum, takım, bir yıldız bir gelecek kaybetti. Ancak o her şeyi bilen yönetici çok mutlu. Bir oyuncu daha vasata katıldı. Bir oyuncu daha artık o ve onun sevdikleri için tehdit değil.
Yıldız oyuncu pes etmez. Didinir, şartları zorlar. Ancak buna da çözüm vardır. Yıldız oyuncu şartları zorladıkça suçlanır, kötülenir. Adı geçimsize, uyumsuza, iletişimi bozuğa çıkar, çıkarılır. Aslında zeki çocuktur ama takımın huzurunu bozmaktadır. Arkasından böyle söylene söylene itibarsızlaştırılır. Sonunda o yıldız ya kayar ya söner. Hayatta kalmak için ya başka galaksiye kayacak ya da sönecektir. Ona başka türlü seçenek bırakılamıştır.
Sonuç
Bir şekilde yazılım/bilişim dünyasında iş yapanlar bilirler ki yazılım sistemlerinden kurulu bir ekosistem; kendisindeki en yavaş cihaz, sunucu ya da uygulamaya göre çalışır. Örneğin
- Elimizde değişik marka modellerde 10 tane sunucu olsun.
- Herhangi bir işi yapmak için bu sunuclar birlikte çalışmak zorunda olsun.
- Yani birbileri ile iletişim kurmak, veri alıp vermek zorunda olsunlar.
Bu durumda tüm ekosistem en yavaş olana göre çalışacaktır. Yani sistemin herhangi bir noktasında bir veri üretildiğinde tüm sistemin hızı onu en yavaş işleyip sonuç dönen makina kadar olacaktır. Ne diyorduk.. Bir zincirin gücü en zayıf halkası kadardır.
İstesek de istemesek de, gizlesek de açıktan söylesek de bazılarımız bazılarımıza beceri, zeka, güç anlamında eşit değiliz.
Bu birilerinin diğerlerinden üstün olduğu anlamına gelmez. Her birey kendi başına eşsiz değerdir. Ancak insanoğlu birey olarak değil toplum-takım olarak var olmayı başarmış bir canlıdır.
Gelişmiş ülkelere ya da globalde ciddi başarı yakalamış şirketlere bağtımızda, onların takım ve takım kaptanı olgusunu özümsediğini net görebiliyoruz.
Bu ülkeler ve bu ülkelerdeki şirketler de takım kurarken bir ön değerlendirme yapıyorlar. Ancak değerlendirme sonucunda takımları, birimleri sınıflandırıyorlar. En zor işleri en güçlülere, en karmaşık işleri en zekilere veriyorlar. Yani mahalle maçına takım kurmuyorlar. Şampiyonlar ligine takım kuruyorlar. Bu cesaret ve feraset iser.
Örneğin global bir çok yazılım şirketinde support ekipleri seviyelendirilmiştir, yazılım ekipleri seviyelendirilmiştir, ar-ge ekipleri seviyelendirilmiştir. Yani bir tree, bir katman kurulmuştur. Adalet ise alın size adalet. Böylesi daha iyi değil mi? Böylesi daha efektif değil mi?
Birçok yönetici biz böyle bir seviyelendirme yaparsak şirkette herkes ar-ge ekibinde ya da en gözde yerlerde olmayı isteyeceğinden kimse verilen görevi kabul etmez diyecektir. Katılıyorum kesinlikle bu itiraz gelir. Ancak bu dağılım adil yapılırsa. Bu iyi niyetli, şu söz dinliyor deyip ar-ge ekibine almak yerine oraya hakedenler alınırsa. Kimse itiraz etmez, edemez. Eden olursa da siz ekipte, şirkette tutmayın gönderin. Size yarardan çok zarar verecektir. O zaman…
Takım çalışmasından bahsedebilmek için öncelikle doğru kişilerin doğru takımda olması gereklidir.